Dijital Yorgunluk ve Zihinsel Sınırların Silinmesi

Yazar(lar): Uzm. Klinik Psikolog Gülşah AKSAKALLI

Günümüzde dijital teknoloji, sadece hayatı kolaylaştıran bir araç değil, aynı zamanda bireyin zihinsel sınırlarını şekillendiren güçlü bir ortam haline gelmiştir. Bilgiye anında ulaşabilme, her an iletişimde kalabilme ve işleri zamandan ve mekândan bağımsız yürütebilme imkânları; ilk bakışta bir avantaj gibi görünse de bireyin zihinsel ve duygusal sınırlarını aşındırarak psikolojik yük oluşturmaktadır. Bu bağlamda son yıllarda özellikle psikoloji ve davranış bilimleri alanında tartışılan iki önemli kavram öne çıkmaktadır: dijital yorgunluk ve zihinsel sınırların silinmesi.

Dijital yorgunluk, bireyin uzun süreli ekran kullanımı ve dijital ortamda maruz kaldığı yoğun bilişsel uyarana karşı geliştirdiği tükenmişlik halidir. Zihinsel bulanıklık, dikkat dağınıklığı, motivasyon kaybı, fiziksel yorgunluk ve duygusal bıkkınlık gibi belirtilerle kendini gösterir. Bu durum, sadece bireysel psikolojik kaynakların tükenmesiyle değil, aynı zamanda bilişsel sistemin aşırı uyarılmasıyla da ilişkilidir. Örneğin, bir çalışmada dijital platformların çoklu uyarı sistemlerinin (bildirimler, pop-up'lar, uyarılar) özellikle prefrontal korteks üzerinde sürekli bir dikkat bölünmesine neden olduğu ve bu durumun karar verme süreçlerini olumsuz etkilediği ortaya konulmuştur. Sürekli bir uyarılma hali, beyinde stres tepkisini yöneten kortizol seviyelerini artırarak kronik bir gerginlik yaratmaktadır.

Bununla birlikte dijitalleşmenin getirdiği en derin dönüşümlerden biri de bireyin zihinsel sınırlarını belirleme yetisinin zayıflamasıdır. Geleneksel yaşam düzeninde iş, özel hayat ve sosyal alan gibi farklı rollerin belirgin mekânsal ve zamansal sınırları bulunurken, dijital teknolojiler bu sınırları bulanıklaştırmıştır. Örneğin artık bir çalışan iş saatleri dışında da e-posta yanıtlamakta, bir öğrenci gece geç saatlerde dahi çevrimiçi ödevlere erişebilmektedir. Bu durum, bireyin zihinsel olarak dinlenmesini ve farklı roller arasında geçiş yapmasını zorlaştırmaktadır. Çalışanlar ve öğrenciler, "hiçbir zaman tamamen boş değilmiş gibi" hissetmekte; bu da sinir sisteminin dinlenmesini ve kendini yenilemesini engellemektedir. Psikolojide bu durum “zihinsel bölünme” ya da “benlik çatışması” olarak tanımlanmakta ve uzun vadede tükenmişlik sendromuna, anksiyete bozukluklarına ve depresif duygulanımlara yol açabilmektedir. Özellikle pandemi döneminde evden çalışma modelinin yaygınlaşmasıyla bu sınırlar daha da silikleşmiştir. Aynı mekânda hem profesyonel hem kişisel rollerin yerine getirilmesi, bireylerin sürekli hazır olma halinde kalmasına yol açmış; bu da zamanla kendilik algısında karmaşa, karar yorgunluğu ve duygusal tükenme gibi sonuçlar doğurmuştur. Bu değişim, bireylerin dinlenme, içe dönme ve kendini yeniden yapılandırma süreçlerini sekteye uğratmaktadır.

Dijital yorgunluğun yalnızca bireysel değil, toplumsal etkileri de söz konusudur. Kişisel tükenmişlik hali, sosyal ilişkilerde mesafe, yüz yüze iletişimin azalması ve empatik bağların zayıflamasıyla sonuçlanmaktadır. Empati, karşılıklı dikkat ve duygusal eşzamanlılık gibi sosyal beceriler, dijital iletişimde daha az aktive olmaktadır. Bu da toplumsal yalnızlığı ve bireysel izolasyonu artıran bir kısır döngüye neden olabilmektedir. Teknolojik bağlantı arttıkça duygusal bağlılık zayıflamakta, insanlar birlikteyken bile yalnız hissetmektedir.

Peki bu yıpratıcı süreci tersine çevirmek mümkün müdür? Psikolojik olarak bu soruya “evet” demek mümkündür, ancak bunun için bireylerin bilinçli bir farkındalık geliştirmesi gerekmektedir.

ZİHİNSEL SAĞLIĞIMIZI NASIL KORURUZ?

Dijital teknolojiyi bilinçli kullanmak, yalnızca ekran süresini azaltmak anlamına gelmez; aynı zamanda bireyin kendi zihinsel ve duygusal sınırlarını yeniden tanımlaması anlamına gelir. Çevrimdışı alanlar oluşturmak, günün belli saatlerinde dijital detoks uygulamak, bildirimleri kontrol altına almak ve çevrimdışı sosyal ilişkileri yeniden güçlendirmek bu sürecin temel adımlarıdır. Bildirimleri sınırlandırmak, dikkat bölünmesini azaltırken stres düzeyini de düşürür. İş saatleri dışında mesajlaşmaları kapatmak veya e-posta kontrolü için belirli zaman dilimleri ayırmak, zihinsel geçişleri kolaylaştırır. Günlük rutinlere çevrimdışı aktiviteler (yürüyüş, kitap okuma) eklemek bireyin iç dünyasıyla yeniden temas kurmasına yardımcı olur.
Kurumsal düzeyde de bazı önlemler alınması kaçınılmazdır. İşverenlerin çalışanlarının 7/24 erişilebilir olmalarını beklemek yerine, onların zihinsel sağlıklarını koruyacak politikalar geliştirmeleri, toplantı ve yazışma saatlerini sınırlandırmaları ve çevrimdışı zamanı teşvik etmeleri önemlidir. Eğitim alanında ise öğrencilerin ekran karşısında geçirdikleri sürenin azaltılması, yaratıcı, hareket temelli ve sosyal etkileşime dayalı öğrenme yöntemlerinin artırılması son derece önemlidir.

Sonuç olarak, dijital teknoloji yaşamın vazgeçilmez bir parçası haline gelmiş olsa da onun sunduğu sürekli bağlantı hali, bireyin ruhsal bütünlüğünü tehdit etmektedir. Dijital yorgunluk ve zihinsel sınırların silinmesi, çağımızın görünmeyen psikolojik salgınlarından biridir. Bu nedenle teknoloji ile insan arasındaki ilişkinin yeniden tanımlanması, bireyin zihinsel sağlığını önceleyen bir yaşam biçiminin teşvik edilmesi hem bireysel hem toplumsal düzeyde sürdürülebilir psikolojik iyilik halinin anahtarı olacaktır.


Yeniliklerden haberdar olun